18 Mayıs 2012 Cuma

9 Companies Doing Social Media Right - From Social Media Examiner


Gecenlerde Social Media Examiner'in gerceklestirdigi webinari dinledim. Hem kendim bakip hatirlamak hem de belki okuyanlara faydasi olur diye anlatilanlari paylasmak istedim. Webinar, sosyal medyayi en iyi kullanan 9 sirket hakkindaydi. Bu sirkeler hangileri ve diger markalardan farkli sosyal medyada ne yapiyorlar bir bakalim;
  1. Sharpie

    Daha cok Amerika'da duyulmus bu markanin ozelligi, cok guncel olmalari ve musteri odakli olmalari. Ama sadece bu kadar da degil. Kendilerine ait Facebook, Twitter ve Youtube sayfalarinda guncel olarak icerik paylasip takipceleriyle devamli iletisim halinde olmayi basariyorlar.

  2. Hubspot

    Hubspot’un sosyal mecrada en iyi oldugu yerlerden biri blog kullanimi. Blogunda ayrica diger sosyal medya mecralarinin pluginlerini de bulunduran bu marka B2B calisan sirketlere iyi bir ornek olabilir. Ayni zamanda yazilari okuyucularla paylasmak icin sayfada digg digg plugini bulunmakta. Belki de farkliligi buradan sagliyorlardir. Blog sayfaniza plugin yuklemek icin detayli bilgiyi: http://bufferapp.com//diggdigg
    adresinde bulabilirsiniz.


    Blogda guncel icerik paylasimini zaten artik saymaya gerek yok. Butun iyi markalar guncel olmaya dikkat ediyorlar. Hubspot’un blogunda bunun disinda blogu sesli dinlemeniz icin de vocalize butonu bulunuyor. Bu sayede blogu ise giderken yolda ipodunuzdan dinlemeniz mumkun.

    Bloga subscribe olanlara ayrica daha sonra 'The B2B Social Media Book" kitabinda da bahsettikleri gibi ucretsiz ebook ya da ucretsiz webinar katilim gibi ayricaliklar taniyorlar.

    Marka daha cok hizmet sektorune hitap ettigi icin sirket ici calisanlarini basarilarini gostererek showcasing yapiyor.

    Musterilerin sikayetlerine ya da onerilerine cevap verirken de yazinin sonuna mutlaka yazan kisinin ismini yaziyor.  Insancil bir marka olduklarini gosteriyor.
  3. Weapons Plus Martial Arts Supply

    Bu marka her ne kadar herkese hitap etmese de Google Plus kullanimina mukemmel bir ornek. Butun postlarini animasyonlu giflerle hazirlayan ve paylaismlarinda gorsellige ozen gosteren bu marka Google Plus acarak arama sonuclarinda yukarilarda cikmayi garantilemis.










  4. Evian

    Bir marka, ozellikle de sadece bir su markasi Youtube’u ancak bu kadar iyi kullanabilir. Youtube channellarinda kendi fotografini yukleyip videonu yaratabiliyorsun. Sayfalarini adeta Facebook Fan page gibi kullanan Evian ayni zamanda Youtube’da genis bir fan kitlesine sahip.


    Itunes’ la da birlikte calisan bu markanin sayfasi mutlaka ziyaret edilmeli.







  5. Openview Partners

    B2B calisan bu marka o kadar bilinmiyor ve o kadar da fazla hayran kitlesine sahip degil. Fakat bunu ziyaretciler bilmek zorunda degil. Sayfalarinda kac kisinin sayfayi begendigini paylasmayan bu markanin sosyal medyaya onem gosterdigi anlamak zor degil.  Uye olanlara haftalik newsletter yollayan bu marka sadece kendi urunleri ya da yaptiklarini degil guncel haberleri paylasiyor. Blog.openviewpartners.com adresinden yaptiklairni incelemek mumkun.

    Markanin ayrica bir de google currents uyeligi bulunuyor. Google currents, web sayfasinin android, iphone ve ipadde goruntulenmesini sagliyor.

    http://googlemobile.blogspot.com/2011/12/google-currents-is-hot-off-press.html
  1.  Roku

    Facebook kullanimina guzel ornek. Butun markalarin yaptigi gibi Landin paglerine subscribe kismi bulunduran bu marka ayrica cesitli applikasyonlarla sayfalarini ilginc kilmayi basariyor. Ayrica icerik paylaismlarinda da esprili olmaya ozen gosteriyorlar.
  2. Lowes Home Improvement

    Ev esyalari markasi Facebook’ta ne kadar takipci edinebilir ki? diye dusunmeden once bu sayfaya bir goz atmakta fayda var. Esprili bir dil kullanan bu marka ayni zamanda ev icin kisa ve ilginc onerilerde bulunuyor. Bir goz atmaya deger.
  3. Sammy’s Woodfired Pizza

    Cok da taninmamis bir pizza restoraninin webinarda bahsediliyor olmasi bu markanin bir seyleri dogru yaptiginin gostergesi. Websiteleri kadar facebook’u da cok iyi kullanan bu marka daha cok gorsellige onem veriyor. Twitter ve Facebook sayflarindaki background ve kapak reismlerini skca degistiriyorlar. Ayni zamanda pizza restorani olmasina ragmen daha cok salata, makarna gibi dige rurunleirnin reismelrini kullanarak baska konularda da iyi olduklarini gostermek istiyorlar.
  4. Hp & Intel

    Hp ve Intel birlikte daha cok B2B calisiyorlar. Linkedin sayfalari incelenmeye deger.  Linkedin sayfalairnin adi small biz nation. Bu sayfada tartismalar, anketler, analizler ve kariyer olanaklarini paylasiyorlar.




    Sonuc olarak 9 markanin 9’u da bize markanin bilirniliginin ya da alaninin sosyal medya kullaniminda engel olmadigini gosteriyor. B2B calisiyorsaniz Linkedin, digg ve/ ya da blogunuza agirlik verip buralardan ilerleyebilirisniz. Cok takipciye sahip degilseniz hayran sayinizi paylasmak zorunda degilsiniz. Farklilasmak istiyorsaniz Facebook disinda farkli bir mecraya da agirlik verip burada taninmaya ozen gosterebilirseniz. Google plus hic suphesizki seo icin bir must. 

    Ha evet bir de marka olarak cok cesitli urunleriniz var ve hangi birini kullanip sosyal medya hesabini yoneteceginiz konusunda zorluk yasiyorsaniz Whole foods’un yaptigi gibi her urun icin ayri bir hesap ve bir de marka icin daha genel bir hesap acarak hesaplarinizi yonetebilirsiniz.

    Umarim bana oldugu gibi bu yazinin size de faydasi dokunur. Optummmm. :)

12 Mart 2012 Pazartesi

Artik tumblrdayim

Sosyal medyaci olarak yeni modaya ayak uydurmak zorundaymisim gibi hissediyorum. O nedenle bundan sonra yazilarima hem http://denizsmodernlife.tumblr.com/ ' dan hem de buradan devam ediyor olacagim. <3

11 Şubat 2012 Cumartesi

Best Museums and Galleries in New York

Bir sonraki yazim New York'daki galeriler ve muzeler hakkinda olucak. Ama once yazi yazabilecek kadar fikir sahibi olmak gerek. kips

1 Şubat 2012 Çarşamba

New York' da Alisveris


Benim icin ya da herhangi bir Turk icin New York mukkemmel bir Turkiye'ye donunce bu aldiklarimla insanlari catlaticam yeri olmalidir. Nitekim Turkiye'de olan cogu pahali marka - Gap, Tommy Hilfiger, Banana Republic, Aber Crombie vs.-  burada ozellikle de indirim zamaninda acayip ucuzdur. O kadar ki cogu Amerikali genc bu markalara dandik gozuyle bakar. Tabiki Turkiye'nin ayri bir artisi vardir ki o da Zara ve Mango'nun indirim zamani inanilmaz ucuz olmasidir. Amerika'da Zara pek ucuz degil acikcasi. Mango' da pek tercih edilmiyor.

Herneyse konumuza donelim. New York'da alisveris icin gidilecek yerler listemize baslayalim;
Listemizi gidilmesi kolay yerlerden zor yerlere dogru siraliyorum.


1. 34th & Broadway

Burada Payless, Gap, H&M, Victorias Secret, Banana Republic, Aldo, Steve Madden, Mango, Zara gibi bir suru dukkan mevcut. Cogu marka Turkiye'ye gore daha ucuz. Fakat burada ziyaret etmeniz gereken en onemli yer (kendilerini dunyanin en buyuk magazasi olarak tanimlayan) Macys. Macys'de cesitli markalarin (Tommy, DKNY, Guess...) indirim bolumunden bir suru sey bulabilirsiniz.

Not: 42th & Times Square bu bolum biraz turistik oldugu icin alisveris yapmanizi pek onermiyorum.


2. 14th Union Square'den Broadway ve Spring Street' de gezinme

Bu bolgede yurumek hem keyifli hem de bilindik markalar disinda butik tarzi magazalarda orjinal seyler bulmak icin birebir. Yuruyus cok uzun gibi gorunse de hepsi birbirine cok yakin sokaklar. Bu bolge Noho'dan baslayip Soho'ya uzanan bolge oldugu icin alisveris aralarinda bolgede bir suru Starbucks disinda kafede oturup dinlenebilirsiniz. Amerikali genclerin bir numarali alisveris merkezi bu bolge. Burada ayni zamanda Urban Outfitters (New Yorker olmanin zorunlulugu bu magazadan alsiveris yapmak diyebilirim :)) ve 4 katli icinde makyaj malzemeleri bile olan Topshop bulunmakta.


3. Marshalls, Burlington Coat Factory, Target, Century 21, Models, Daffys

Bu magazalari cesitli lokasyonlarda bulabilirsiniz. Marshalls ve Burlington Coat Factory Jersey Garden'da mevcut. Bu tip magazalarla ilgili olarak deginmek istedigim nokta ayni Macys gibi bir cok markanin urunleirni barindirmalari. Tabi Macys kadar duzenli olmasalarda biraz vakit ayirip iclerini karistirdiginizda mesela Guess marka montu 60 dolara bulabilirisniz. Biraz fazla montlardan gittim biliyorum ama en cok monta ihtiyacim vardi ve magazalara girdigimde ilk olarak bu bolumlere gittim. Malum New York'un havasi buz gibi. Bu magzalarda giyimden tutun ev esyalarina kadar hersey mevcut. Bir tek Models magazasi biraz farkli bunun nedeni de burada sadece spor markalarinin bulunmasidir.


4.
Jersey Garden

Jersey Garden cok buyuk bir alisveris merkezi olup bir cok kaliteli markanin outlet ve indirimli bolumlerinden manyak gibi alisveris yapmaniz garantidir. Burasi o kadar buyuktur ki sabahtan gelmenizi ve bir tam gununuzu ayirmanizi oneririm. Simdi sizi kiskandirmak istemem ama buradan 3 Dolara Victorias secret kremi, 15 dolara Nike esofman hatta 20 dolara nike ayakkabi, 30 dolara Gap mont ayrica 50 dolara Bebe mont buldum. Tavsiyem buraya bavulla gelmenizdir. Lakin cogu kisi de oyle yapiyor. Ulasimina gelince her saat basi port authority bus terminal'dan Jersey Garden ve Ikea'ya giden otobusler bulabilirsiniz. Otobus fiyati kisi basi 12 dolar.


5. Woodbury
 

Iste benim favorim olan ama bir o kadar da ulasimi zor olan yere geldi sira. Burasi New Jersey'nin biraz uc noktasinda oldugu icin araba kiralayip gitmenizi oneririm. Tabiki otobusler vardir fakat cok pahalidir, degmez. Arabanin 1 gunluk kira fiyati 50 dolar. Enterprise araba kiralamak icin en guvenilir yer. Tek ihtiyaciniz olan pasaportunuz ve ehliyetiniz. Woodbury kucuk bir alisveris kasabasina benzer ve Jersey Garden'daki gibi fakat daha cok markanin outlet ve indirimli urunlerine ev sahipligi yapar. Burada Swarovski'nin bile outleti vardir:).


Iste bu kadar.
Umarim bu yazim benim gibi alisveris manyaklarina yardimci olur.  :)

15 Ocak 2012 Pazar

Buyukada'da 2 gun

Buyuk yolculuktan once kucuk bir yolculuga cikmanin stresimi azalticagini dusunup arkadasimla Buyuk Ada'ya gittim. Tabi yakala.co'da Buyuk Ada Eskibag butik otel'de konaklama %50 indirimli yazisini gormesem boyle bir plan yapmis olmayacaktim.
Sansimiza rezervasyon yaptirdigmiz gun hava gunesliydi bu sayede klasik ada fantazisi olan, bisiklete binip Aya Yorgi'ye gitme rituelini gerceklestirme firsatimiz oldu. ( bir diger ada fantazisi de adada piknik yapmaktir heralde)
Adada turlarken karsimiza cikan nostaljik yalilar, havanin guzelligi, bisiklete binmenin keyifi, etrafta mutlu mutlu gezen turistlerin olusu, faytonlarin sesi ve arabanin olmayisi bize atlarin butun adaya biraktigi bok kokusunu bile sevdirdi. :) O koku olmasa ada ada olmazdi dersem biraz ileri gitmis olurum o yuzden demiyorum.
    
Yukaridaki resim adadaki sirin evlerden biri..

Bisikletle giderken karisimiza birbirinden tatli cay bahceleri cikti. Fakat en tepede Aya Yorgi'nin yaninda manzarasi cok guzel ve sirin mi sirin baska bir restoran/kafe oldugunu bildigimiz icin yolumuza devam ettik. Yolda giderken farkettigimiz en ilginc sey sanirim kedilerin acayip insancil olusuydu. O kadarki bisikleti durdurup biraz soluklanirken uzaktan bir kedi kosarak geldi ve kendini sevdirmeye calisti. (hayatimda hic kendini sevdirmek icin kosarak gelen kedi gormemistim.) Bir diger ilginclik ise sanirim faytonlarla birlikte bisiklet surmenin verdigi gerilim oldu. Ne zaman bir fayton gelse kenara gecip adeta saygi durusunda bisikleti durdurma geregi hissettim. Sanki at bisikleti gorurse korkup sapitabilir gibi sacma bi dusuncem vardi.


Aya Yorgi yolunda dinlenen atlar :)

Aya Yorgi'ye gelince, Aya Yorgi herkesin bildigi gibi tipik bir kilise iste. Kilisenin girisinde dileklerinizin gerceklesmesi icin iplik ya da benzeri materyalleri kullanmak batil inanctir bunlara kanmayin gibi bir sey yaziyordu (net hatrlamiyorum ama bu mantikta bir yazydi) iceri adim atinca ise parayla dilek mumlarinin satilmasi ilginc bi enstantene olusturuyordu.


Gunumuzu bu sekilde gecirdikten ve aksam yemegimizi deniz kenarindaki balikcilardan birinde yedikten sonra bir kafe ya da barda oturalim dedik. Fakat demesek de olurmus cunku kime sorduysak ocak ayinin basi oldugu icin acik bir kafe bulamadik. Lakin ada da o saatlerde bombostu. (bar ise normalde de pek yok saniriz) Sonucta tek bir secenegimiz vardi o da otele donmek ve film izlemekti. Biz de bunu yerine getirdik...

13 Aralık 2011 Salı

7 Days in Paris

Hic kaybolmayacak bir gunluk ne guzel.


Hersey erkek arkadasimin, Onur'un Ispanya'ya mastera gitmesiyle basladi diyerek bu gunluge baslasam cok sacma olur di mi sanki giris, gelisme ve sonucu olan bir hikaye anlaticakmisim gibi :P  Tamam o zaman farkli basliyorum. Erkek arkadasim Ispanya'da ve benim de Amerika'ya uzun bir donem gitme durumum oldugu icin vakit kaybetmeden romantik sehir Paris'te bulusmaya karar verdik.

Paris'e cok kucukken annemle sadece 4 gunlugune gittigimiz ve o 4 gunun son 2 gununde anneme burasi hep tas ben Disneyland'a gitmek istiyorum diye aglamis oldugum icin ne annemin ne benim Paris'le ilgili aklimizda cok birsey kalmadi. Ha Disneyland'ini cok iyi hatirliyordum o ayri.


Herneyse konumuza donelim gitmeden birkac Paris temali film izledigim icin orada gordugum yerleri not almistim. Mesela Shakespeare & Co. kitapcisi izledigim 3 filmde de buraya giriyorlardi.



Ya da Champs Elysees'de bulunan Louis Vuitton magazasinin ozellikle Audrey Hepburn filmlerinde bahsi cok gecmistir. Klasik turistik yerlerine ek olarak bunlari gorme ve her aksam sarap icme hedefiyle Paris'e gittim.

Ucaktan inip metroyla merkeze giderken ilk farkettigim sey metrodaki igrenc sidik kokusu ve evsizler oldu. Biraz tirstim acikcasi. Neyseki otel hem cok merkezi bir yerde hem de havaalanina cok yakinda oldugu icin metroda cok vakit kaybetmedim.

Paris'e gelmeden once rezervasyonumuzu Hostelworld.com'dan yapmistik. Stalingrad civarinda Hotel de la Comete'yi ayirtmistik. Gidecek olan varsa kesinlikle tavsiye ederim hem ucuz hem de temiz.


Ilk gun yerlestikten sonra Jaures civari bir kesif gezisi yaptik. Gelmeden once aldigim Paris kitapcigindan bahsedildigi uzere koprunun altinda kucuk bir bar kesfettik. Daha sonra gelmek uzere daha merkezi bir yer olan Saint Germain'a gittik tabiki muhtesem bir bolgeydi. Zaten son gunlere dogru her adim basi sanat eseri ve mimari harika gorunce fotograf cekmeye de usenmeye basladik. Taksim meydanindaki tarihi binalarin butun sehri kaplamis halini dusunun bir noktadan sonra goz de alisiyor. :)

Saint Germain'da gezine gezine Eyfel'e gecelim dedik fakat cok uzak sakin denemeyin. Yururken yagmura yakalaninca ara sokaklarda sirin mi sirin bir suru kafe var, oralardan birine oturduk. Tum Fransiz'larin yaptigi gibi hemen sarap soyledik. Bence gezinin en keyifli anlarindan biri de oydu. Aralarda kalmis turistik olmayan bir Fransiz kafesi, disarda yagmur var ama sen kafede isiticinin altinda sokagi izleyip sarabini yudumluyorsun daha ne olsun.


Neyseki 2. gun biraz daha planliydik. Ilk hedefimiz Eyfel oldu. Ilk basta fiyatindan ve hava sartlarindan dolayi 2. kata cikma konusunda tereddut ettiysek de (1. kati 8 Euro, 2. kati 13 Euro). En tepesine yani 2. kata kadar ciktik ve kesinlikle dogru bir karar verdigimizi anladik. Su manzaraya baksana!



Eyfel'i uzaktan sanki elimizle kaldiriyormusuz gibi klasik poz calismalarimizdan sonra sira Arc de Triomphe'a gitmeye geldi. Zaten Champs - Elysees'nin basi oldugu icin yakindi. Acikcasi pek bir esprisi yok ama yine de Paris'in bir sembolu haline gelmis. Altina gecmek icin giris parasi odemen gerekiyor.

Champs - Elysees gercekten de cok ciks bir sokak fakat bizim asil begendigimiz sokagin devaminda noel nedeniyle kurulmus olan kucuk kucuk cadirlar ve burda satilan sicak sarap ve sosisli sandvicler oldu. Ha tabi bu arada klasiklesmis olan Louis Vuitton onunde fotograf ceken bir suru kisi arasina biz de karistik.


Champs - Elysees daha cok alisveris ve kahve icmek icin uygun bir yer. Oyle geceleri gitmek icin pek uygun degil. Daha sonra Fransiz bir arkadasimdan ogrendigime gore aksam cikmak icin en uygun mekan Quartier Latin'mis.

Fakat konudan sapmayalim. Champs - Elysees'nin biraz ilerisinde karsimiza muhtesem yapilar cikti. Haritadan bakinca bunlarin Grand Palais ve Petit Palais isimli muzeler oldugunu gorduk. Fakat gec oldugu icin sonradan gelmek uzere yolumuza devam ettik. Ama ne yazikki gelmek icin hic zamanimiz olmadi.







3. gunumuzde Jim Morrison'a saygilarimizi sunmamiz gerektigini dusunduk ve Pere Lachaise mezarligina gittik.


Ama buraya gelince Balzac, Chopin, Moliere, La Fontaine, Yilmaz Guney ve Ahmet Kaya'nin da burada gomuldugunu gorduk. O_o Burasi mezarliktan cok olulerin sehiri gibi bir seydi. Her mezarlik icin ayri ozenilmis hatta bazilarina heykeller yapilmis.



Sonraki duragimiz biraz mola vermek amaciyla Saint Germain'daki Le Deux Magots isimli bir kafede oturmak oldu. Burada daha once Hemingway ve Picasso oturmus diyolar. Ama sonucta Hemingway'in oturdugu milyonlarca baska kafe ismi de duydugum icin pek bi onemli gelmedi. Kafede minik serceler masani adeta istila ediyor cok tatli.




Buradan sonraki hedefimiz Musee D'Orsay ve ona cok yakin olan Napoleon zamani insa edilmis Pont Des Arts'i gormekti. Muzenin onunde deli gibi bir sira oldugu ve asil Louvre'a gitmek istedigimiz icin iceri girmedik. Disaridan da yeterince guzeldi acikcasi :). Pont Des Arts hemen Louvre'un arkasinda olan bir yapi bu yapiya Pont Neuf isimli bir kopruden gecilerek gidiliyor. Binalar bir yana koprunun milyon tane fotografini cekmisimdir. Cunku kopruye asiklar isimlerinin yazdigi kilitler takmislar. Romantikligin bu kadari dedirtiyor adeta.

Sehirdeki Metro istasyonlarinin girisleri bile Paris'e ozel tasarlanmis. Her durakta o bolgeye ozel bir yerin dizayni var. Mesela muzeler sokaginin duragi tamamen metalden yapilmis modern birkac resimle cevrilmis. (Metrodaki pislik bir noktadan sonra o kadar goze batmiyor boyle seyleri farkedebiliyorsun.)

Neyse :) Louvre'a geldi sira. Burasi kesinlikle gorulmesi gereken bir muze. Zaten bir Mona Lisa ve Isa'nin son yemegi resimleri muzenin en populer yeri. Biz saat 6.30'dan 10'a kadar yani muzenin kapanisina kdr gezdik ve muzenin gormedigimiz bir kati daha vardi. Artik bana biraz bay geldi ama Onur bayildi. Muze girisi 26 yasindan kucuk Avrupa vatandaslarina ucretsiz. Burdan bir yakiyor zaten :). Ama normalde 11 Euro.

Saat 10 olunca Moulin Rouge'a gidelim dedik. Fakat hic de dusundugum gibi bir yer cikmadi acikcasi. Pek bir esprisi yok. Sadece kucuk kirmizi bir yel degirmeni var. O kadar. Amsterdam'daki Red Light'i gorduyseniz burasi onun yaninda solda sifir kalir. Fakat oyle bir pazarlanmiski icerisinde oynayan 150 Euroluk gosteri icin disari uzuuun bir kuyruk vardi. Bu sokakta Moulin Rouge disinda birkac sex shop ve bar bulunuyor.

Tabi bu sokagin hemen Montmarte'nin yanibasinda bulundugunu sonradan farkettik. :)

4. gune gelelim. Bugunku hedefimiz ilk olarak Versailles'i gormek oldu. (Giris 15 Euro + kulaklik veriyorlar) Gunumuzun tamami burda gecer diye dusunurken sadece 2 saatte geziyi bitirdik. Her yerde tum gununuzu buraya ayirin yaziyorken bu kadar kisa surede gezmek biraz kafa karistirdi tabi ama sanirim bunun nenedi bahcesinde bulunan ormani ve ormanin ilerisindeki Marie Antionette'in kucuk sarayini gezmemis olmamizdan kaynaklaniyordu. Ama hava sartlari ne yazikki yurumemize pek elverisli degildi.


E madem erken bitti Notr Dame'a bir ugrayalim dedik. Sansimiza o gun ayin oldugu icin koro grubu geldi ve inanilmaz guzel bir muzik soleni yasadik diyebiliriz. Tek sorun cok ac oldugumuz icin sonuna kadar kalamamis olmamizdi. Fakat oradaki huzurlu atmosferi sanirim hic unutamiycam.


Aclik basimiza vurunca bugun kitapta yazan guzel bir yerde yiyelim dedik. Kitap nerden nasil bulmus bilmiyorum ama biz 1 saatlik arama sonucunda Opera Garnier'in ilerisinde Grands Boluvards'in ara sokaklarinin birine girince otopark gibi bir alanin icinde bu minik restorani bulduk. Ismi Au Limonaire. Yemekler muhtesem. (Fransizca menu sadece kapinin uzerine tebesirle yazilmis fakat korkmayin ne gelirse guzeldir.) Ayrica saat 10'dan sonra canli muzik basliyor. Bu minicik restoranda saat 8.30'dan sonra yer bulmak neredeyse imkansiz. Fiyatlari da cok uygun.

Ilginc olan tek sey muzik grubu sahneye ciktigi zaman iceride hareket etmek yasak gibi birsey onceden uyari yapiyor simdi islerinizi halledin cunku grup cikinca yapamayacaksiniz diye. (Bu uyariyi nasil anladik diye sorarsaniz ertesi gun buraya tekrar Fransiz arkadaslarimizla geldik, onlarin erkenden trene yetismeleri gerekiyordu fakat konser baslayinca kalkamadiklari icin planlarini iptal etmek zorunda kaldilar) Adeta konusmak bile yasak :). Fakat muhtesem bir sarkici ciktigi icin herkez 1 saat boyunca citini cikaramadi.

5. gun Disneyland'a gittik. Gunlerce gecen karasizlik surecimiz sonucunda sonunda 60 Euro olsa da degecegini dusunduk ve haftasonuna gelmeden gitmeye karar verdik. Haftasonlari 1 saate yakin sira bekleme sorunu oldugu icin cuma gunu gitmek son sansimizdi. Hos cuma gunu de sadece 7'ye kadar acikmis ama olsun zaman kesinlikle yetti. Istedigimiz herseye bindik. Hatta en begendiklerimize 3er kere bindik. :) Favorilerimiz, Indiana Jones, Mine Train ve Pirates of the Carribean. Saat 7'de gecit toreni basladi. Aslinda cok guzeldi ama biraz cocukcaydi ve butun herkes trenlere dolusur diye onceden kosturduk. :) Yandaki resim indiana Jones icin sira beklerken cekildi.


Otele ulasinca enerjimiz kalmadigi icin kitapta bahsi gecen yakin bir bara gidelim dedik. Buranin ismi de Point Ephemere kopruden bakinca asagida minnacik sanki Istanbul'da cay icilen nargile kafeler gibi gorunse de icerisi cok farkliydi. Bir tarafi sanat galerisi bir tarafi balkon bir tarafi da bar ve diskotek olan bu degisik kulupte adeta bir home party havasi vardi. Bardan birasini alan ister serginin orda yere cokup ister disari cikip ister de bar tarafinda ickisini iciyordu. Bizim gittigimiz gun DJ performansi vardi. 80lerle baslayip gunumuze kadar birbirinden guzel muzikler caldi. Saat 12den sonra zaten oturan kimse kalmamisti.


Son gunumuzden bir onceki gunumuze geldi sira, bugun icin planimiz once Montmartre'ye cikmakti. Gerisine sonra karar vericektik. Her gunumuz metroya girip 20 dk haritada simdi nereye gitsek diye bakarak gecti zaten.:) Montmartre'ye teleferikle de cikildigini okumustuk fakat Anvers/Abbesses duraginda metrodan inince kalabalikla birlikte yukari dogru cikmaya karar verdik. Yol ustunde bir suru bul karoyu al parayi oynatan adamlar vardi. Ben az kalsin 20 Euromu yatirip kaybedenlerin arasina karisiyordum. Sakin kanmayin ne kadar kolay gorunurse gorunsun bir hile vardi cunku kaybeden bir suru kisi gorduk. Merdivenlerden Sacre Coeur kilisesine dogru ciktik.


En tepeden manzayi izlemek muthisti. Biz cumartesi ve noel oncesi gittigimiz icin belki de kilisenin etrafinda bir suru minik dukkan kurulmustu yine her zamanki gibi sicak sarap tezgahlari revactaydi. Hemen siraya girip bir sicak sarap alip merdivenlere oturduk. Onumuzde Paris manzarasi arkamizda Sacre Coeur, merdivenlerde gencler, gitari ve mikrofonuyla istek parca calan bir adamla keyfimize diyecek yoktu. Hayatim boyunca yasadigim en keyifli anlardan biri de oydu diyebilirim. Oncesinde sansimiza bir muzik grubu merdivenlerde klip cekiyormus adi dj mk mi ne :D 3e kadar sayinca herkes hey diye bagirsin dediler pek unlu diildi sanirim ama ismini ogrendim bakalim internetten bulabilicek miyim :).



Siradaki duragimiz uzun kararsizliklar sonucu adalar bolgesine gidip Sainte Chapelle'e bir bakmak oldu. Disarisinda uzuun bir kuyruk oldugu icin beklemek istemedik. Cunku 2 saat icinde erasmusta ev arkadasim olan Blandine ve onun sevgilisi Bruno ile Opera'nin oralarda bulusup Au Limonaire'e gidicektik. Dogma buyume Parisli olmalarina ragmen bu restorani onlar da daha once duymamisti. Ama sanirim biz yokken de gelirler artik :). Bu son gecemiz oldugu icin geceyi erken bitirmek istemiyorduk. Bu nedenle mini konserden sonra Grand Boulevards uzerinde bir bara gittik. Sansa noel oncesi kokteyllerin hepsi 5.5 euroydu. :) Belki Turkiye'de normal ama Paris icin asiri ucuz bir firsatti. Eski arkadaslari yeniden gormek gibisi yok.


Veee son gunumuz, bugun yine sabahtan Montmartre'ye gittik cunku duydugumuza gore arka sokaklari gorulmeye degermis. Ressamlarla dolu olan bu kucuk meydanin ismi Butte Montmartre'ydi. Siz bizim gibi yapmayin Sacre Coeur'a gittiniz mi iki adim arkadaki bu sokagi kesinlikle gorun. Burdan sonraki duragimiz ise Les Halles bolgesinde bulunan The Pompidou Centre'i gormekti. Oldukca modern bir bina ve ayni zamanda sonraki hedefimiz olan Quartier Latin meydanina da cok yakindi. Evet gercekten de guzel bir bina ama vaktiniz yoksa gormenize illa da gerek yok diyebiliriz.

Buradan Quartier Latin'e bir gecis yaptik. Etraf Italyan, Yunan ve Cin restoranlariyla dolu ve hepsi de birbirinden uygun fiyata menuler mevcut. Gerci Yunan restoranlarin satilan yemek doner, Yunan doneri diye satiyorlar. Sinir bir durum. Buralarin yakininda Ingilizce kitap satan meshur kitapci Shakespear & Company mevcut. Cok sirin bir kitapci bazi gunler icerisinde canli muzik konserleri ve siir okumalari yapiliyormus. Tabi sadece 60 kisi kapasiteli oldugu icin rezervasyonunuzu cok onceden yaptirmaniz gerekiyor.

Bu bolgede dolanirken "ay bu sokak da cok sirin su sokak da cok guzel" diye diye Saint Germain meydanina geldigimizi farkettik megerse aralarinda daracik ama cok kalabalik sokaklar varmis. Bu sokaklardan birinde oturup kahvemizi ictikten sonra onceden planladigimiz gibi Quartier Latin'e donup yemegimizi son kez sarap esliginde yedik. Son kez derken tabi Paris'in o restoraninda demek istedim yoksa biliyorum ki ileride buraya kesinlikle tekrar gelicez :).

Simdi Sirada Kisa Kisa Paris Notlari var;

Moda, buraya gelmeden once Paris'in moda konusunda bizden cok ileride oldugunu ve herkesin cok sk giyindigini dusunurdum. Fakat yanilmisim kimse de oyle farkli bir hava goremedim. Tabi bazi istisnalar vardi. Mesela birkac yasli amca gordum takim elbise, sapka, kirmizi mendil ve bastonlariyla cok hoslardi ya da birkac kadin tayt ustune uzun bir kurk ceketle oldukca havali gorunuyordu. En cok kurk giyimini de burda gordum sanirim.

Yemek, Fransa'nin mutfagi Turk mutfagi kadar gelismis olmadigi icin illaki su denenmeli bu denenmeli gibi bir tavsiyede bulunamiyorum. Ote yandan farkettigim en dikkat cekici sey tereyag kullanimlari oldu. Neredeyse her sandvicin icine bayagi bir tereyagi suruyorlar. Benim gibi tadini unutmus olanlar icin cok guzel bir supriz oluyor. Niye Turkiye'de tereyagi surmuyorum hic diye dusunuyo insan. Ayrica adim basi krepciyle karsilasmak mumkun, kreplere bayagi bir ragbet var. Hem cok lezziz hem cok ucuz. Bunun disinda efsane bir cikolata konusu varki gecmeden edemem Paris'te cikolatalarin icerisindeki kakao oranlari Turkiye'dekine oranla daha yuksek oldugu icin cikolatalari ayri bir haz veriyor. Macaron ise Paris'in simgesi haline geldigi icin midir nedir asiri pahali.

Bana en cok sorulan soru yakisikli veya guzel kiz var miydi? Hayir oyle ozel bir Fransiz tipi goremedim. Ne cok guzel ne cok cirkin hic kimse. Fakat kilolu insan hic yoktu.

Evsiz ve dilenciler, tahmin etmedigim kadar cok vardi. Ozellikle kopru altlari ve metro istasyonlarinda cok karsimiza cikiyordu. Bir metronun icine binip ameliyatini gosterip para toplamaya calisan dilenci mesela ilk durakta inip baska bir metroya binmemize neden oldu. Muzik calip para toplayanlara ise bir sozum yok cok keyifli.

Para, kuskusuz ki Paris Avrupa'nin en pahali sehirlerinden biri. Bir suyun marketlerde 1,90 Euro oldugunu dusunsenize. Fakat bazi bolgeler varki digerlerine gore daha ucuz yemekler bulmak mumkun. Mesela Kuzey Paris yani Moulin Rouge'un oldugu bolge, Grands Boulevards ya da Quartier Latin aksam yemegi yemek icin cok uygun.

Yabanci dil ve Fransizlar, evet Fransiz'larin cogu Ingilizce konusmuyor. Anlasalar bile Franszica konusarak cevap verebiliyorlar. Ama sanildigi gibi soguk insanlar degiller. Turist oldugunu gorunce ellerinden geldigince yardimci olmaya calisiyorlar. Biz Ispanyolca konustugumuz icin sansliydik. Cogu Ispanyolca biliyordu.

Turistik sus alma, siz siz olun Paris'le ilgili sus alicaksaniz Montmartre'den alin. Eyfel'de bulunan dukkanlar dogal olarak herseyi cok daha pahaliya satiyor.

Iste bu kadar umarim yazim Paris'e gideceklere yardimci olurrrr. :)