13 Aralık 2011 Salı

7 Days in Paris

Hic kaybolmayacak bir gunluk ne guzel.


Hersey erkek arkadasimin, Onur'un Ispanya'ya mastera gitmesiyle basladi diyerek bu gunluge baslasam cok sacma olur di mi sanki giris, gelisme ve sonucu olan bir hikaye anlaticakmisim gibi :P  Tamam o zaman farkli basliyorum. Erkek arkadasim Ispanya'da ve benim de Amerika'ya uzun bir donem gitme durumum oldugu icin vakit kaybetmeden romantik sehir Paris'te bulusmaya karar verdik.

Paris'e cok kucukken annemle sadece 4 gunlugune gittigimiz ve o 4 gunun son 2 gununde anneme burasi hep tas ben Disneyland'a gitmek istiyorum diye aglamis oldugum icin ne annemin ne benim Paris'le ilgili aklimizda cok birsey kalmadi. Ha Disneyland'ini cok iyi hatirliyordum o ayri.


Herneyse konumuza donelim gitmeden birkac Paris temali film izledigim icin orada gordugum yerleri not almistim. Mesela Shakespeare & Co. kitapcisi izledigim 3 filmde de buraya giriyorlardi.



Ya da Champs Elysees'de bulunan Louis Vuitton magazasinin ozellikle Audrey Hepburn filmlerinde bahsi cok gecmistir. Klasik turistik yerlerine ek olarak bunlari gorme ve her aksam sarap icme hedefiyle Paris'e gittim.

Ucaktan inip metroyla merkeze giderken ilk farkettigim sey metrodaki igrenc sidik kokusu ve evsizler oldu. Biraz tirstim acikcasi. Neyseki otel hem cok merkezi bir yerde hem de havaalanina cok yakinda oldugu icin metroda cok vakit kaybetmedim.

Paris'e gelmeden once rezervasyonumuzu Hostelworld.com'dan yapmistik. Stalingrad civarinda Hotel de la Comete'yi ayirtmistik. Gidecek olan varsa kesinlikle tavsiye ederim hem ucuz hem de temiz.


Ilk gun yerlestikten sonra Jaures civari bir kesif gezisi yaptik. Gelmeden once aldigim Paris kitapcigindan bahsedildigi uzere koprunun altinda kucuk bir bar kesfettik. Daha sonra gelmek uzere daha merkezi bir yer olan Saint Germain'a gittik tabiki muhtesem bir bolgeydi. Zaten son gunlere dogru her adim basi sanat eseri ve mimari harika gorunce fotograf cekmeye de usenmeye basladik. Taksim meydanindaki tarihi binalarin butun sehri kaplamis halini dusunun bir noktadan sonra goz de alisiyor. :)

Saint Germain'da gezine gezine Eyfel'e gecelim dedik fakat cok uzak sakin denemeyin. Yururken yagmura yakalaninca ara sokaklarda sirin mi sirin bir suru kafe var, oralardan birine oturduk. Tum Fransiz'larin yaptigi gibi hemen sarap soyledik. Bence gezinin en keyifli anlarindan biri de oydu. Aralarda kalmis turistik olmayan bir Fransiz kafesi, disarda yagmur var ama sen kafede isiticinin altinda sokagi izleyip sarabini yudumluyorsun daha ne olsun.


Neyseki 2. gun biraz daha planliydik. Ilk hedefimiz Eyfel oldu. Ilk basta fiyatindan ve hava sartlarindan dolayi 2. kata cikma konusunda tereddut ettiysek de (1. kati 8 Euro, 2. kati 13 Euro). En tepesine yani 2. kata kadar ciktik ve kesinlikle dogru bir karar verdigimizi anladik. Su manzaraya baksana!



Eyfel'i uzaktan sanki elimizle kaldiriyormusuz gibi klasik poz calismalarimizdan sonra sira Arc de Triomphe'a gitmeye geldi. Zaten Champs - Elysees'nin basi oldugu icin yakindi. Acikcasi pek bir esprisi yok ama yine de Paris'in bir sembolu haline gelmis. Altina gecmek icin giris parasi odemen gerekiyor.

Champs - Elysees gercekten de cok ciks bir sokak fakat bizim asil begendigimiz sokagin devaminda noel nedeniyle kurulmus olan kucuk kucuk cadirlar ve burda satilan sicak sarap ve sosisli sandvicler oldu. Ha tabi bu arada klasiklesmis olan Louis Vuitton onunde fotograf ceken bir suru kisi arasina biz de karistik.


Champs - Elysees daha cok alisveris ve kahve icmek icin uygun bir yer. Oyle geceleri gitmek icin pek uygun degil. Daha sonra Fransiz bir arkadasimdan ogrendigime gore aksam cikmak icin en uygun mekan Quartier Latin'mis.

Fakat konudan sapmayalim. Champs - Elysees'nin biraz ilerisinde karsimiza muhtesem yapilar cikti. Haritadan bakinca bunlarin Grand Palais ve Petit Palais isimli muzeler oldugunu gorduk. Fakat gec oldugu icin sonradan gelmek uzere yolumuza devam ettik. Ama ne yazikki gelmek icin hic zamanimiz olmadi.







3. gunumuzde Jim Morrison'a saygilarimizi sunmamiz gerektigini dusunduk ve Pere Lachaise mezarligina gittik.


Ama buraya gelince Balzac, Chopin, Moliere, La Fontaine, Yilmaz Guney ve Ahmet Kaya'nin da burada gomuldugunu gorduk. O_o Burasi mezarliktan cok olulerin sehiri gibi bir seydi. Her mezarlik icin ayri ozenilmis hatta bazilarina heykeller yapilmis.



Sonraki duragimiz biraz mola vermek amaciyla Saint Germain'daki Le Deux Magots isimli bir kafede oturmak oldu. Burada daha once Hemingway ve Picasso oturmus diyolar. Ama sonucta Hemingway'in oturdugu milyonlarca baska kafe ismi de duydugum icin pek bi onemli gelmedi. Kafede minik serceler masani adeta istila ediyor cok tatli.




Buradan sonraki hedefimiz Musee D'Orsay ve ona cok yakin olan Napoleon zamani insa edilmis Pont Des Arts'i gormekti. Muzenin onunde deli gibi bir sira oldugu ve asil Louvre'a gitmek istedigimiz icin iceri girmedik. Disaridan da yeterince guzeldi acikcasi :). Pont Des Arts hemen Louvre'un arkasinda olan bir yapi bu yapiya Pont Neuf isimli bir kopruden gecilerek gidiliyor. Binalar bir yana koprunun milyon tane fotografini cekmisimdir. Cunku kopruye asiklar isimlerinin yazdigi kilitler takmislar. Romantikligin bu kadari dedirtiyor adeta.

Sehirdeki Metro istasyonlarinin girisleri bile Paris'e ozel tasarlanmis. Her durakta o bolgeye ozel bir yerin dizayni var. Mesela muzeler sokaginin duragi tamamen metalden yapilmis modern birkac resimle cevrilmis. (Metrodaki pislik bir noktadan sonra o kadar goze batmiyor boyle seyleri farkedebiliyorsun.)

Neyse :) Louvre'a geldi sira. Burasi kesinlikle gorulmesi gereken bir muze. Zaten bir Mona Lisa ve Isa'nin son yemegi resimleri muzenin en populer yeri. Biz saat 6.30'dan 10'a kadar yani muzenin kapanisina kdr gezdik ve muzenin gormedigimiz bir kati daha vardi. Artik bana biraz bay geldi ama Onur bayildi. Muze girisi 26 yasindan kucuk Avrupa vatandaslarina ucretsiz. Burdan bir yakiyor zaten :). Ama normalde 11 Euro.

Saat 10 olunca Moulin Rouge'a gidelim dedik. Fakat hic de dusundugum gibi bir yer cikmadi acikcasi. Pek bir esprisi yok. Sadece kucuk kirmizi bir yel degirmeni var. O kadar. Amsterdam'daki Red Light'i gorduyseniz burasi onun yaninda solda sifir kalir. Fakat oyle bir pazarlanmiski icerisinde oynayan 150 Euroluk gosteri icin disari uzuuun bir kuyruk vardi. Bu sokakta Moulin Rouge disinda birkac sex shop ve bar bulunuyor.

Tabi bu sokagin hemen Montmarte'nin yanibasinda bulundugunu sonradan farkettik. :)

4. gune gelelim. Bugunku hedefimiz ilk olarak Versailles'i gormek oldu. (Giris 15 Euro + kulaklik veriyorlar) Gunumuzun tamami burda gecer diye dusunurken sadece 2 saatte geziyi bitirdik. Her yerde tum gununuzu buraya ayirin yaziyorken bu kadar kisa surede gezmek biraz kafa karistirdi tabi ama sanirim bunun nenedi bahcesinde bulunan ormani ve ormanin ilerisindeki Marie Antionette'in kucuk sarayini gezmemis olmamizdan kaynaklaniyordu. Ama hava sartlari ne yazikki yurumemize pek elverisli degildi.


E madem erken bitti Notr Dame'a bir ugrayalim dedik. Sansimiza o gun ayin oldugu icin koro grubu geldi ve inanilmaz guzel bir muzik soleni yasadik diyebiliriz. Tek sorun cok ac oldugumuz icin sonuna kadar kalamamis olmamizdi. Fakat oradaki huzurlu atmosferi sanirim hic unutamiycam.


Aclik basimiza vurunca bugun kitapta yazan guzel bir yerde yiyelim dedik. Kitap nerden nasil bulmus bilmiyorum ama biz 1 saatlik arama sonucunda Opera Garnier'in ilerisinde Grands Boluvards'in ara sokaklarinin birine girince otopark gibi bir alanin icinde bu minik restorani bulduk. Ismi Au Limonaire. Yemekler muhtesem. (Fransizca menu sadece kapinin uzerine tebesirle yazilmis fakat korkmayin ne gelirse guzeldir.) Ayrica saat 10'dan sonra canli muzik basliyor. Bu minicik restoranda saat 8.30'dan sonra yer bulmak neredeyse imkansiz. Fiyatlari da cok uygun.

Ilginc olan tek sey muzik grubu sahneye ciktigi zaman iceride hareket etmek yasak gibi birsey onceden uyari yapiyor simdi islerinizi halledin cunku grup cikinca yapamayacaksiniz diye. (Bu uyariyi nasil anladik diye sorarsaniz ertesi gun buraya tekrar Fransiz arkadaslarimizla geldik, onlarin erkenden trene yetismeleri gerekiyordu fakat konser baslayinca kalkamadiklari icin planlarini iptal etmek zorunda kaldilar) Adeta konusmak bile yasak :). Fakat muhtesem bir sarkici ciktigi icin herkez 1 saat boyunca citini cikaramadi.

5. gun Disneyland'a gittik. Gunlerce gecen karasizlik surecimiz sonucunda sonunda 60 Euro olsa da degecegini dusunduk ve haftasonuna gelmeden gitmeye karar verdik. Haftasonlari 1 saate yakin sira bekleme sorunu oldugu icin cuma gunu gitmek son sansimizdi. Hos cuma gunu de sadece 7'ye kadar acikmis ama olsun zaman kesinlikle yetti. Istedigimiz herseye bindik. Hatta en begendiklerimize 3er kere bindik. :) Favorilerimiz, Indiana Jones, Mine Train ve Pirates of the Carribean. Saat 7'de gecit toreni basladi. Aslinda cok guzeldi ama biraz cocukcaydi ve butun herkes trenlere dolusur diye onceden kosturduk. :) Yandaki resim indiana Jones icin sira beklerken cekildi.


Otele ulasinca enerjimiz kalmadigi icin kitapta bahsi gecen yakin bir bara gidelim dedik. Buranin ismi de Point Ephemere kopruden bakinca asagida minnacik sanki Istanbul'da cay icilen nargile kafeler gibi gorunse de icerisi cok farkliydi. Bir tarafi sanat galerisi bir tarafi balkon bir tarafi da bar ve diskotek olan bu degisik kulupte adeta bir home party havasi vardi. Bardan birasini alan ister serginin orda yere cokup ister disari cikip ister de bar tarafinda ickisini iciyordu. Bizim gittigimiz gun DJ performansi vardi. 80lerle baslayip gunumuze kadar birbirinden guzel muzikler caldi. Saat 12den sonra zaten oturan kimse kalmamisti.


Son gunumuzden bir onceki gunumuze geldi sira, bugun icin planimiz once Montmartre'ye cikmakti. Gerisine sonra karar vericektik. Her gunumuz metroya girip 20 dk haritada simdi nereye gitsek diye bakarak gecti zaten.:) Montmartre'ye teleferikle de cikildigini okumustuk fakat Anvers/Abbesses duraginda metrodan inince kalabalikla birlikte yukari dogru cikmaya karar verdik. Yol ustunde bir suru bul karoyu al parayi oynatan adamlar vardi. Ben az kalsin 20 Euromu yatirip kaybedenlerin arasina karisiyordum. Sakin kanmayin ne kadar kolay gorunurse gorunsun bir hile vardi cunku kaybeden bir suru kisi gorduk. Merdivenlerden Sacre Coeur kilisesine dogru ciktik.


En tepeden manzayi izlemek muthisti. Biz cumartesi ve noel oncesi gittigimiz icin belki de kilisenin etrafinda bir suru minik dukkan kurulmustu yine her zamanki gibi sicak sarap tezgahlari revactaydi. Hemen siraya girip bir sicak sarap alip merdivenlere oturduk. Onumuzde Paris manzarasi arkamizda Sacre Coeur, merdivenlerde gencler, gitari ve mikrofonuyla istek parca calan bir adamla keyfimize diyecek yoktu. Hayatim boyunca yasadigim en keyifli anlardan biri de oydu diyebilirim. Oncesinde sansimiza bir muzik grubu merdivenlerde klip cekiyormus adi dj mk mi ne :D 3e kadar sayinca herkes hey diye bagirsin dediler pek unlu diildi sanirim ama ismini ogrendim bakalim internetten bulabilicek miyim :).



Siradaki duragimiz uzun kararsizliklar sonucu adalar bolgesine gidip Sainte Chapelle'e bir bakmak oldu. Disarisinda uzuun bir kuyruk oldugu icin beklemek istemedik. Cunku 2 saat icinde erasmusta ev arkadasim olan Blandine ve onun sevgilisi Bruno ile Opera'nin oralarda bulusup Au Limonaire'e gidicektik. Dogma buyume Parisli olmalarina ragmen bu restorani onlar da daha once duymamisti. Ama sanirim biz yokken de gelirler artik :). Bu son gecemiz oldugu icin geceyi erken bitirmek istemiyorduk. Bu nedenle mini konserden sonra Grand Boulevards uzerinde bir bara gittik. Sansa noel oncesi kokteyllerin hepsi 5.5 euroydu. :) Belki Turkiye'de normal ama Paris icin asiri ucuz bir firsatti. Eski arkadaslari yeniden gormek gibisi yok.


Veee son gunumuz, bugun yine sabahtan Montmartre'ye gittik cunku duydugumuza gore arka sokaklari gorulmeye degermis. Ressamlarla dolu olan bu kucuk meydanin ismi Butte Montmartre'ydi. Siz bizim gibi yapmayin Sacre Coeur'a gittiniz mi iki adim arkadaki bu sokagi kesinlikle gorun. Burdan sonraki duragimiz ise Les Halles bolgesinde bulunan The Pompidou Centre'i gormekti. Oldukca modern bir bina ve ayni zamanda sonraki hedefimiz olan Quartier Latin meydanina da cok yakindi. Evet gercekten de guzel bir bina ama vaktiniz yoksa gormenize illa da gerek yok diyebiliriz.

Buradan Quartier Latin'e bir gecis yaptik. Etraf Italyan, Yunan ve Cin restoranlariyla dolu ve hepsi de birbirinden uygun fiyata menuler mevcut. Gerci Yunan restoranlarin satilan yemek doner, Yunan doneri diye satiyorlar. Sinir bir durum. Buralarin yakininda Ingilizce kitap satan meshur kitapci Shakespear & Company mevcut. Cok sirin bir kitapci bazi gunler icerisinde canli muzik konserleri ve siir okumalari yapiliyormus. Tabi sadece 60 kisi kapasiteli oldugu icin rezervasyonunuzu cok onceden yaptirmaniz gerekiyor.

Bu bolgede dolanirken "ay bu sokak da cok sirin su sokak da cok guzel" diye diye Saint Germain meydanina geldigimizi farkettik megerse aralarinda daracik ama cok kalabalik sokaklar varmis. Bu sokaklardan birinde oturup kahvemizi ictikten sonra onceden planladigimiz gibi Quartier Latin'e donup yemegimizi son kez sarap esliginde yedik. Son kez derken tabi Paris'in o restoraninda demek istedim yoksa biliyorum ki ileride buraya kesinlikle tekrar gelicez :).

Simdi Sirada Kisa Kisa Paris Notlari var;

Moda, buraya gelmeden once Paris'in moda konusunda bizden cok ileride oldugunu ve herkesin cok sk giyindigini dusunurdum. Fakat yanilmisim kimse de oyle farkli bir hava goremedim. Tabi bazi istisnalar vardi. Mesela birkac yasli amca gordum takim elbise, sapka, kirmizi mendil ve bastonlariyla cok hoslardi ya da birkac kadin tayt ustune uzun bir kurk ceketle oldukca havali gorunuyordu. En cok kurk giyimini de burda gordum sanirim.

Yemek, Fransa'nin mutfagi Turk mutfagi kadar gelismis olmadigi icin illaki su denenmeli bu denenmeli gibi bir tavsiyede bulunamiyorum. Ote yandan farkettigim en dikkat cekici sey tereyag kullanimlari oldu. Neredeyse her sandvicin icine bayagi bir tereyagi suruyorlar. Benim gibi tadini unutmus olanlar icin cok guzel bir supriz oluyor. Niye Turkiye'de tereyagi surmuyorum hic diye dusunuyo insan. Ayrica adim basi krepciyle karsilasmak mumkun, kreplere bayagi bir ragbet var. Hem cok lezziz hem cok ucuz. Bunun disinda efsane bir cikolata konusu varki gecmeden edemem Paris'te cikolatalarin icerisindeki kakao oranlari Turkiye'dekine oranla daha yuksek oldugu icin cikolatalari ayri bir haz veriyor. Macaron ise Paris'in simgesi haline geldigi icin midir nedir asiri pahali.

Bana en cok sorulan soru yakisikli veya guzel kiz var miydi? Hayir oyle ozel bir Fransiz tipi goremedim. Ne cok guzel ne cok cirkin hic kimse. Fakat kilolu insan hic yoktu.

Evsiz ve dilenciler, tahmin etmedigim kadar cok vardi. Ozellikle kopru altlari ve metro istasyonlarinda cok karsimiza cikiyordu. Bir metronun icine binip ameliyatini gosterip para toplamaya calisan dilenci mesela ilk durakta inip baska bir metroya binmemize neden oldu. Muzik calip para toplayanlara ise bir sozum yok cok keyifli.

Para, kuskusuz ki Paris Avrupa'nin en pahali sehirlerinden biri. Bir suyun marketlerde 1,90 Euro oldugunu dusunsenize. Fakat bazi bolgeler varki digerlerine gore daha ucuz yemekler bulmak mumkun. Mesela Kuzey Paris yani Moulin Rouge'un oldugu bolge, Grands Boulevards ya da Quartier Latin aksam yemegi yemek icin cok uygun.

Yabanci dil ve Fransizlar, evet Fransiz'larin cogu Ingilizce konusmuyor. Anlasalar bile Franszica konusarak cevap verebiliyorlar. Ama sanildigi gibi soguk insanlar degiller. Turist oldugunu gorunce ellerinden geldigince yardimci olmaya calisiyorlar. Biz Ispanyolca konustugumuz icin sansliydik. Cogu Ispanyolca biliyordu.

Turistik sus alma, siz siz olun Paris'le ilgili sus alicaksaniz Montmartre'den alin. Eyfel'de bulunan dukkanlar dogal olarak herseyi cok daha pahaliya satiyor.

Iste bu kadar umarim yazim Paris'e gideceklere yardimci olurrrr. :)

2 yorum:

  1. O kadar yorum yazdım şaka gibi silindi gitti, ama senin nefis yazını yorumlamak için tekrar paçayı sıvadım :) Öncelikle vaoww! çok güzel tanıtmışsın, parise yolu düşecekler için hazırlanmış muhteşem bir kaynak hem de hiç çaba harcamadan:)) En yakın zamanda bu gördüğün yerleri umarım keşfe çıkabilme fırsatım olur.. Bu kaynak da yanımda olucaktır..Yazdıkların arasından en çok merak ettiklerim Sacre Coeur klisesi (ama etrafı klise sevdam yoktur) birde tabiki Disneyland olmazsa olmaz :)) Devamını başka ülke ve şehirler içinde göreceğimizi ümit ediyorum:))

    YanıtlaSil
  2. Ohaaa tesekkur ederim yeni gorduum olabildigince kisa yazmak istedim bazi seyleri cabuk gectim. Begenmene sevindim. Senin de isine yarar umarim. Sacre Coeur'a keisnlikle cumartesi git ama pazar gunu o kdr kalabalik degildi. :) bayilirsin sen de devamini yapmaya claisicam ama eski gezdigim yerleri unutmusum ya yazmamak gercek bir salaklik olmus aklimda kaldigi kadarini yazicam ama yoksa ne anlami kali di mi? neyse budan sonra ama yazicam gidiceklere not olsun sen gidince de buraya eklersin biseyler olmadi

    YanıtlaSil